1987 Yazı...
- Bülent Güven
- 28 Ağu 2018
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Eyl 2018

Resimde Çilce'de ot biçerken öğle molasında abimin ilk makinasından çekilmiş üzerimde Mexico 86 gömleğimle ben ve babam. Diğerinde okulun arkasında sağ başta Zele ebem(babanne) Babamın kucağında Sevda ve ailemiz. Madem bugün nostaljiden gidiyorum, ben de bu hafta kendini hatırlatan, tahminimce bu fotoğraflarla aynı sene olan, benim 87 yazını anlatan yazımı paylaşayım. biraz uzun zorlamayın okumak için, ilgilenen okusun:)
O yaz dedem tahminimce ebemin kronik rahatsızlıklarına da iyi geleceğini düşünerek 15-20 tane kurbanlık alıp onları amcamın Erek Yakasında ki damına yerleştirdi. Rakam belki daha az yada çok olabilir. Benim hatırladığım kadarıyla böyle. Ben ve Sevda ebemle beraber kuzuların başında kaldık yaz boyu. Sevda o zaman 3 yaşında. Başta biraz zorlansak da zamanla alıştık. Arkamızda yamacın en tepesinde Kemelerin damı, önümüzde çukurdan sonra orman. Çok güzel bir yaz geçirdik. Benim govecek arabam da yanımdaydı. Ona yollar yaptım. Arkama Sevda'yı da bindirirdim. Kemelerin damının oraya kadar çıkarır oradan salardık aşağıdaki çukura kadar. O zamanlar da meraklıydım ev yapmaya. Kızıl taşlardan duvar örer, üzerine kürlerden çatı yapar, içinde oynardık. Sapanım ve ayva dalından okum da vardı yanımda ama orada hiç kuş vurmadım. Öyle bir kazam olsa unutmazdım. Çünkü hep bir iddia sonucu, ne kadar nışancı olduğumu göstermek için kuş vurmuş, sonunda da isabet ettirdiğim için üzülmüşümdür. O anılarımı da unutmam. Gündüz kuzuları güder, yalnız yada Sevda'yla oyunlar oynar, ormanda dolaşırdım. Haftada bir iki gün bir traktör sesi yaklaşırdı. Hemen fırlardık dışarı. Bizim oradan bize gelen harici pek araç geçmezdi. Anlardık amcamla dedem geliyor galiba. Yiyecek getirirlerdi. Amcam çikolata ve bir poşet çerez getirirdi. Onları gördüğümüz için de, abur cubur geldiği için de sevinirdik. Abur cuburları keyif zamanlarında yerdik Sevda'yla.
Dam kızıl taştan duvarlar üzerinde kavak ve kiremitli çatı idi. Arazi eğimli olduğu için dam da kademeliydi. Yatay bir dikdörtgen, ortasından ikiye böl, bir taraf hayvanların damı diğer taraf bizim iki odamız. Hayvanların önünde yine kızıl taştan bir ağıl var üzeri kürlerle çevrili. Bizim tarafta iki basamaktan sonra kapı ilk odaya açılır. O oda aynı zamanda mutfak. Yerler toprak üzeri keçe serili. Sol duvarda ocak var. Kapının yanında öne bakan bir pencere. Pencerenin önünde gaz lambası. Kapının hemen yanında kap kacak. Ocağın iki yanında da büyük şilteler vardı. Hiçbir mobilya yoktu. akşamları ocağımızı yakardık. Elektrik yoktu. Ateşin ışığıyla yemeğimizi yer, sonrasında başucundaki şiltelere oturur, ebemizin hikayelerini, masallarını, türkülerini dinlerdik. Telgrafın telleerine kuşlar mı koonaaar… Duvarda Sevda'ya gölge oyunları yapardım ateşin ışığında. Erkenden uykumuz gelirdi. Arka odaya da iki basamakla çıkılırdı. Kapı hep açık olurdu. Ocağın ışığı da, ısısı da kapıdan ve duvarın üstüyle çatı arasından arka odaya geçerdi. Arka odada iki yer döşeği vardı keçelerin üstünde yan yana. Uzanır yorganı çekerdim üzerime. Ocağın ışığının tavandaki yansımalarını izleyerek uyurdum huzur içinde.
Sabahları dışarıda sabah serinliği, yatağın içindeki tatlı sıcaklıkla uyanırdım. Tıpkı bu sabah İzmir'de, evimde uyandığım gibi. Dün gece ilk kez yorganla yattık bu yazın sonunda. Belki ondan, belki... Bilmiyorum. Sabah gene 10 yaşımdayım, gene Erek yakasındayım sandım. Sonra anılarımı hatırladım. Neyse gene giderim gene serin yaz sabahında çekerim yorganı üzerime Erek yakasında dedim önce. Biraz daha ayılınca artık ne o damın, ne ebemin, ne dedemin hayatta olduğunu hatırladım. Sevda'nın da artık oradaki Sevda kadar kızı var... Kalkıp çocukları hazırlayıp okula bıraktım. Üstüne pazartesi yoğunluğu, köy dönüşü işe adaptasyon sorunları da eklenince bu hüzün gün boyu sürdü bende. Bari belgelendireyim bir kenara yazayım şu anılarımı unutmadan dedim. O yaz ormanda gezerken kürlerin arasındaki kuş yuvalarını fark ettim. Her gün o yuvaları kontrol ederdim. Bazı yuvalarda yumurtalar vardı. Bir ara bazı yuvaların bozulduğunu, yumurtaların kırıldığını görmüştüm. Yılanlar yapmıştır demişti ebem. Damın çevresinde de görmüştük yılan daha önce. Köyde İmne ebemin evinin çatısındaki kuş yuvalarına da yılanın saldırdığını görmüştüm. Kuşların niye o kadar çığlık attığını anlayamamıştık o zaman yılanı görene kadar... Ormana döneyim. Benim içini görebildiğim yuvalar bozulmuş, yumurtalar parçalanmıştı. Kuşlar o dönem yavruluyor sanırım. Ben doğuşlarını o kadar merak etmeme rağmen göremedim. Yaz sonunda havalar serinledi. Okulların açılması yaklaştı. Artık köye dönüş günü geldi. O gün damın aşağısında, çeşmenin yanında yalnız, yavru bir kuş gördüm. Uçmaya çalışıyor 3-5 metreden fazla gidemiyordu. Kovaladım. Yorgun düşünce yakaladım. Yem verdim su içirdim. Onu besleyip büyütmek istedim. Sonra damı toparlayıp kuzuları önümüze aldık. Yanımda ebem, ebemin sırtında sevda, kucağımda kuş yola çıktık. Tepeyi aştık. Önümüzde Yumaklı çayırı. Çayırı geçtik. Gozalı'dan köye... Amcamın damına kuzuları yerleştirdik. Ben kuşla bizim eve geçtim. Ama kuşta bir tuhaflık vardı. Titriyordu. O gün evde misafir varmış. Daha önce hiç görmediğim yada benim hatırlamadığım Nihal halamlar gelmiş Ankara'dan. Çocuklarıyla tanıştık. Benim kuşla çok ilgilendiler. Ama ben onlardan çok sıkıldım. Sanırım bütün yazı yalnız geçirdikten sonra birazda yabanileştim. Oradan kaçtım. Kuş hastaydı. Bir süre sonra avcumdaki kuşun cansız olduğunu fark ettim. Sonra ebemin yanına gittim. Durumu anlattım konuşabildiğim kadar. Sesim çatallaşınca fazla konuşamadım. Zele ebem; üzülme senin suçun yok, hastamıştır, ölcekmiştir dedi. Ağlamaktan utandığımdan oradan da kaçtım. Kuşum yola dayanamamıştı. Ya yolda çok hırpalandı. Yada fark etmeden çok sıktım. Yada gerçekten hastaydı. Gömdüm. Ona bir mezar ve mezar taşı yaptım. Başında ağladım. Sonra eve dönmedim uzun süre gözlerimin kızarıklığı fark edilmesin diye... 29.9.2014

Comments