Zeugma - Göbeklitepe - Nemrut Motor Turu
- Bülent Güven
- 25 Haz 2019
- 8 dakikada okunur

Yeni tur programım kafamda; 1. Gün Isparta Eğirdir gölü kamp, 2. Gün Antep, 3. Gün Urfa ve Mardin, 4. Gün Hasankeyf ve Van kamp, 5. Gün Nemrut Dağı kamp, 6. Gün Kapadokya, 7. Yada 8. Gün Bolu Abant kamp sonra Eskişehir vs 12 günlük filan 5000 km civarında bir tur şeklinde oluştu.
16 haziran Pazar günü 2 gibi düştüm yola. Yağmur çamur Denizliyi geçtim. Dinar’a 10 km kala motor gazı yememeye başladı. Yavaşladım. Durmaya yakın da yalpalamaya başladı. Durduğumda arka lastiğin patladığını farkettim.
Karahacılı’daydım. Olduğum yer ters eğimliydi. Ayak açsam devrilecek motor. Lastik inik olduğundan yan ayak yüksek kalıyor. Yolun karşısına geçip eğimli bir yere parkettim ama karşıya geçene kadar tamamen boşaldı lastik. Tamir kiti sıktım işe yaramadı. Jant tellerinden çıktı köpükler. İç lastik parçalanmış.
İnternetten usta buldum Dinar’dan. İnce bir iç lastiği varmış benim janta uygun. Yalvar yakar getirdim pazar pazar adamı. Sağolsun geldi yaptı elinden geldiğince. Yolunuz düşerse, yolda kalırsanız Yıldırım Usta sizede yardımcı olur. İnternette cep numarası var. Yalnız benim dış lastik de ayvayı yemiş. Çok güvenme, bu iç lastik zaten küçük yavaş yavaş git belki Isparta’ya ulaşırsın. Garanti veremem. Elimden gelen bu dedi. Peki dedik allah razı olsun.
Dinar’a kadar geldim. Dinar çıkışı benzinlikte durdum kontrol için. Durunca inmeye başladı gene. Bu iç lastik de patladı. Motoru bırakıp otostopla Isparta’ya gittim. Akşam oldu. Bir otelde konaklayıp sabah iç lastik bulup Dinar’a döndüm. Yıldırım ustayı çağırdım. Motorun başına gelince anahtarını otelde unuttuğumu farkettim:) lastiği yaparken bir taksiyi Isparta’ya anahtarı almaya gönderdim. Lastik tamir oldu ama dış lastik bombeler yaptı, iyice yamuldu. Dış lastik de yakın yerlerde yok. Antalya’da varmış lastik. Ama benim motorda oraya gidecek hal yok. Sağolsun onlarda çıkma lastik gönderdi otobüsle Isparta’ya Antalya’ya kadar gidebilmem için. Bende 60 km yolu 2,5 saatte aldım 20-30 km hızla. Bir de yağmur vardı şiddetli. Lastiği değiştirdik attım kendimi Eğirdir Gölü kenarına. Çadırımı kurdum. İki tane biramı da içtim. Gölden gelen esintiye karşı güzel bir uyku çekme vakti.

Bende biraz çileli anılar bırakmasına rağmen Isparta da Eğirdir de çok güzel. Uğramaya değer yerler. Gül sezonu başlamış. Festivali oluyormuş. Sonra da lavanta festivali. Daha bol vakitte lavanta bahçeleri, Sagalassos ve Kibyra antik kentleri de gezilmeli.
Plan dışı akdeniz sahillerini de gezmiş olduk (17 haziran 2019)

Sabah gene hava aydınlanınca uyandım. Bir süre çadırın içinde döndükten sonra kalkıp başladım toplanmaya. Toplanmam bir saati buldu. Eğirdir Gölünün güney ucundan Antalya’ya yol var. Motor için çok keyifli; dar, virajlı, bol ağaçlı, yeşil bir yol. Molayla beraber iki buçuk saatte lastikçiye ulaştım. Lastiği değiştirdik.
Orada bir motorcu arkadaş sahil yolu yerine Kızılağaç’tan Konya yoluna dönmemi, sırasıyla Akseki, Karaman, Mut’u geçerek tekrar Silifke’den sahile inmemi tavsiye etti. Sahil yolu çok kalabalık, ışıklı ve radarlıymış. Ona uydum.
Öğlen gibi Antalya’dan çıktım. Sıkıcıydı da gerçekten sahil yolu. Çok düz, rüzgarlı ve kalabalıktı. Konya yoluna dönünce adam haklıymış dedim. Ama Akseki’ye doğru yağmur başlayınca biraz da küfür yedi benden:)
Bir mola verdim. Yağmur azalmak yerine gök gürltüleriyle beraber şiddetini arttırdı. Baktım olmayacak belki buluttan bir an önce çıkarım diyerek yağmurlukları giyip çıktım yola.
Yağmurluk iyi ama kısa zamanda eldiven ve ayakkabılar su aldı. Eldiven pek su tutmuyor da botlar öyle değil. Isı da 35 den 15 e iniverdi. Yollar kaygan, hızlı gidemiyorum. Karaman’a kadar yağmurla boğuştum. Artık halimin kalmadığını, konaklayacak yer aramayı düşünürken yağmur olmadan motor sürmenin ne kadar kolay ve keyifli olduğunu farkettim:)
Yağmurluktan, ıslak bot ve çoraplardan kurtulduktan sora Mut’a kadar derken Silifke’ye oldu. Onu da geçtim Narlıkuyu adında küçük bir koya girdim hava kararınca. Birkaç balık restoran ve arkasında pansiyonlar var sahilinde. Birine attım kendimi. Sahilde yemek ve iki dubleden sonra. Sivrisinek sorununu bile farkedemeden sızdım.

Sabah gene 6 gibi uyandım ama yataktan kendime gelip çıkmak bikaç saatimi aldı. Kahvaltı yapıp cıktım yola. Tatsız tuzsuz sıkıcı bir otoban yolculuğu sonrası Antep’e ulaştım. Arkadaşım Özcan Panorama müzesi inşaatı için ordaydı. Direk oraya gittim. Antep’i daha önce gezmiş olduğumdan sadece arkadaşımla vakit geçirdim. Hasret giderdik.

Sabah gene 6 gibi uyandım. Kahvaltı ve hazırlıktan sonra 9 a doğru çıktım yola Halfeti hedefiyle. Yolda Zeugma-Belkıs tabelası görünce yolu kaçırmış olmama rağmen dayanamadım. Dönüp gittim.

İyi ki de gitmişim. Fırat’ın batı kıyısına kurulmuş bir kent. Bir kısmı su yüzünde büyük bir kısmı da sular altında kalmış. Gerçi doğu yakasında da varmış galiba ama orası da sular altında kalmış. Zeugma’nın anlamı zaten geçitmiş. Çalışmalar devam ediyor. Daha önce Antep’te müzesinde gördüğüm mozaiklerin çıktığı yerleri ve yenilerini yerinde gördüm. Zengin bir kent olduğu belli. Teras teras, kat kat kaplamış Fırat’ın kıyısındaki etekleri. Kentin çoğu sular altında kalmış olsa da su üstünde daha çok iş var Zeugma’da.
Fırat’ın doğusunda bu kadar oyalanınca batısına dolaşıp Halfeti’ ye gitmek canım istemedi. Fırat’ı da gördüm, batık şehrin kralını da deyip devam ettim. Otobandan çıkıp biraz insan göreyim dedim. Normal yola girdim.



Urfa’da gelmişken göreyim dediğim Balıklıgöl ve Urfa kalesinden Urfa manzarasından sonra görmek için sabırsızlandığım Göbeklitepe’ye attım kendimi. Oradaki yapıların 10.000 yıl önceye, yani avcı toplayıcı insanlar zamanına; hiç bir madeni kullanmayı bilmediğimiz zamanlara, taş devri zamanına dayanıyor olması akıl alır gibi değil.
Urfa’nın her yerinde, üst geçitlerde “2019 Göbeklitepe Yılı Kutlu Olsun” yazıyordu. Göbeklitepe’de ki sinevizyon gösterisi de çok etkileyiciydi. Bütün duvar ve zemin ekrana dönüştürülmüş. Adeta tarihi yaşıyorsun. Çok etkileyici bir yere dönüştürülmüş orası. Gerçekten buluntulara gereken değer verilmiş ve onların hakettikleri şekilde sergilenmesi sağlanmış bence. Daha fazla anlatmayacağım. Gidin siz de görün!

Hedef Mardin. Rüzgarlı, dümdüz, Harran manzaraları dışında sıkıcı bir yolculuktan sonra akşama doğru Mardin’e ulaştım. Bir şehir turu attım. Ben çoğunlukta kentin mimarisini yansıtan Mardin evleri bekliyordum eski şehir merkezinde, kalenin eteklerinde. Evet tek tük onlardan vardı ama daha çok bizim Karşıyaka’nın Gümüşpala semtini hatırlatan, gece kondu tarzı apartmanlar vardı. Süryani kilisesine gideyim dedim. Navigasyon şehir dışında gösterince vazgeçtim. Biraz soluklanıp bir çay, su içtikten sonra hava kararmadan ulaşabileceğim Midyat yoluna düştüm, sanırım benim resimlerde gördüğüm Mardin orası diyerek.

Orda biraz daha yoğundu o evler ama o kadar çok da değil. Bilmiyorum ben gezmeyi becerememiş yanlış yerlerine bakmış olabilirim diycem ama sanmıyorum. İkisinde de eski çarşılara girdim.


Midyat’ta oda kahvaltıya pazarlıkla 200 lira verdim. Tarihi bir konakta kalmak için. Bugüne kadar yarısı bile tutmamıştı oda kahvaltı ücretim. Ama değdi. Etkileyici bir yerde, rahat bir yatakta uyudum. Bol çeşitli lezzetli bir kahvaltı yaptım. tavsiye ederim. (20 haziran 2019)

Midyat’tan sonra rotayı Hasankeyf’ten Nemrut’a, oradan Ankara’ya şeklinde değiştirdim. Zaten 2500 km yol yaptım. Dönene kadar da bir 2000 km daha yaparım. Van ve Karadeniz’e çıkmaktan vazgeçtim. Bu 4500 km bile benim motorun bakımını 500 km geçirmem demek. Öbür rotada en az 1500 km daha fazla yol yaparım. Ayrıca 3 günüme mal olur. Evi de özledim.
Hasankeyf’te ilk mola. Çarşıda yürüyüp bir çay içtim Dicle nehrine karşı. Sonra ben de Hasankeyf’e gereken değeri vermeyip yoluma devam ettim hazır sabah enerjisi üzerimdeyken. Hedefte Nemrut dağı var. Batman ve Diyarbakır’ın kenarından geçtim. Şehirlere girmedim. Kürt kadınlarının göz alıcı renklerdeki rengarenk kıyafetleri dışında dikkatimi çeken birşey olmadı. Nissibi köprüsünden de geçtim.

Sonunda Nemrut Dağına tırmanmaya başladım. Hayal ettiğim gibi dağda çadır kurmak mümkün değil:( Karadut adında bir köy var eteklerinde ama epey aşağıda kalıyor. Orda kalacak yerler ve kamp alanları var. Ama orada çadır kurmak saçma olucak dibinde ev varken gir odada kal 50 lira zaten. Kahvaltı da verirler. Çıkarken yolunu çevirip kart veriyorlar akşama bekleriz diye.



Neyse servis noktasına ulaştım. Yolun bittiği yere kadar servis aracıyla çıktık. Sonra da yürüyerek tırmandık. Servistekilerin bir kısmı tepeye çıkmayı başaramadı. Bir yere kadar merdiven var sonra toprakta tırmanılıyor. Topuklu ayakkabılarla gelen vardı:) Soluklanmadan çıktım kovalayan var gibi.

Gerçekten heykeller büyüleyici. Doğu ve batı terasını gezdim. Hayran hayran heykellere ve tümülüse baktım. Kral Antiokhos ve ülkesi Kommagene beni çok etkiledi. Anlatmaya başlarsam çenem düşücek ve gezi notları not olmaktan çıkacak-Zaten uzun ve sıkıcı diye okumadım diyenler var. Bu da öyle oldu gene:(- Onun için Kommagene’ye ayrı bi yazı yazcam:) Birkaç fotoğraf çekip dağdan ayrıldım. Servis 15 dk sora kalkcakmış beklemedim. Oturmak istemiyorum zaten kıçım acıyor. Yürümek iyi gelir. Aşağı indiğimde servis arkamdan yeni geldi. Heralde 1-2 km filan var.

Artık yoluma devam edeyim. Gün batımı yada doğumunu izlemek lazımmış Nemrut’tan ama daha 4 saat var. Bi daha in çık da yapamam. Daha yolum ve gezilecek yerler var.

Sırada Cendere Köprüsü var. Navigasyonda kısa yol yok. Nemrut zirvesine yakın bir yol ayrımı vardı. O yol Cendere’ye inmesi lazım eğer bir çıkmaz değilse benim yön bulma yeteneğime göre. Yoksa yol çok uzayacak. Sordum Nemrut’ta çalışanlara. Haklıyım. Bir 30km kazandım. Dağ yollarında güzel avantaj.

Yolda Arsemia antik kentini gördüm. Dedim giriş ücertli midir? Ben para aldırmıyorum burdan dedi adamın biri. Devam etti senin elektriğinden, suyundan, telefonundan para almıyorlar mı? Anlaşılan adam konuşacak. Ben yürüyorum bu merdivenlerden ozaman deyip kestim. Acelem var. Bir saat önce Nemrut Dağında otururken gördüğüm Herkül’ü bu kez Kral Mithradatos’la tokalaşırken gördüm. Bende onlara katıldım. Buranın manzarası da çok güzel.

Adıyaman güzelmiş genel olarak. Hiç bildiğim, güzelliğini duyduğum bir yöre değildi. İnmeye devam ettim Cendere’ye doğru. Yolda kayalık dağın zirvesinde bir kale gördüm. Az sonra da tabelasını. 1 km. Güzel. Kale büyük ve etkileyici ama girişe kapalı:( İçinde Kommagene kralının yazlık sarayı, çarşı ve evler varmış yazılanlara göre.

Cendere Köprüsü Romalılar tarafından yapılmış tek kemerli, stratejik öneme sahip 1800 yıllık bir köprü. Yapımında Kommagene yapıtlarının yapı taşları kullanılmış. Günümüzde bu kadar eski olup halen kullanılabilen ender köprülerden. Yeni köprü yapılınca trafiğe kapatmışlar. 2002 yılından beri ağır taşıtlar giremiyormuş. Köprünün girişini kapatmışlar. Yanında bir hediyelikçi var.

Yasak dedi girmek araçla. Benim motor girer bu aradan bi gidip gelsem? Görevliler denk gelirse kızıyor, benim için farketmez, görmedim ozaman dedi. Tamam ozaman görmedin deyip, İmparator Severus’a 2000 yıllık hizmeti için öpücük gönderip karşıya geçtim. Köprünün korkuluklarına oturup Cendere nehrine karşı Diyarbakır’da öğlenden yiyemeyip paket yaptırdığım acılı lahmacunlarımı götürdüm.
Şimdi nereye gitsem. Saat 6:30 yarın akşama Ankara da olmak istiyorum. Hava kararmadan konaklayacağım yere ulaşmak istiyorum. Sanırım Malatya’ya gitmek mantıklı. Ankara 760 km. Malatya’ya gidersem 670 e düşecek. Rahatlıkla bir günde alabileceğim bir yol. Malatya’ya en kısa yol 85 km ve Sincik’ten geçiyor. Ama 2 saat gösteriyor. Heralde yol çok virajlı. Süper tam bana göre. Ben onu 1,5 yaparım dedim. Öyle de başladı. Keskin virajları yata kalka alıyorum. Bazı virajlar çok keskin ve dar. 1. Vitese düşürüyorum ama çok keyifli bir yoldu. Sincik’i geçince neden süre fazla anlaşıldı. Asfaltı kazıyıp dolgu malzemesi dökmüşler. Düşmemek için 30-40 km yi 1,5 saatte alabildim en az 1 saatini ayakta sürerek. Gene 2 saati buldu.
Malatya’da kamp yeri baktım. 2 tane var gibi ama sanırım onlar piknik alanı daha çok. Çadır kurdururlar mı bilemedim. Hava da karardı gerek yok zaman kaybetmeye. 70 liraya oda kahvaltı merkezde 3 yıldızlı otel var zaten. Yerleşip bir çarşı turu attım yürüyerek.

Sabah gene 8 den önce toparlanıp çıktım. Öğlenden sonra yağış gösteriyor. Öğlene doğru yola yakın bir han gördüm yolun sağında. Yol boyu zaman zaman yağmur çiselemişti. İlerideki kara bulutlar artık yağmurluksuz ilerleyemeyeceğimi gösteriyordu. Hanı gezip biraz dinleneyim sonra da yağmurlukla devam ederim dedim.
Karatay Hanı, 1240’da yapılmış. Görkemli bir Selçuklu yapısı. Hanın şu an butik otel-restoran olarak işletme ruhsatı varmış. Restoran açık. Odalar henüz hizmete girmemiş. Hanı gezmek 5 tl. Bende gezmicem yemek yicem deyip geziyi beleşe getirdim:) sadece mantı ve saç kavurma var. Saç kavurması başarılı. Garsonlar aynı zamanda rehber. Bütün bilgileri aldım ama burda ansiklopedik bilgi vermiyim şimdi gidin görün. Sadece şunları söyliyim: Yazın yolcular avluda hayvanlar kapalı alanda, kışınsa hepsi aynı yerde yatıyormuş. İlk üç gün o dönemde hanlar ücretsizmiş.Salgın hastalıklılar için bir tecrit odası ve ilgi çekici doğal ışıklandırma sistemi ve su tesisatı olan bir hamamı da var.
Yağmurlukları çekip kara bulutlara daldım. Pek bir işe yaramadı gerçi. Kayseri’ye doğru fırtınayla karışık yağmurun içine daldım. Yağmur çok şiddetli ama yetmiyormuş gibi çok da dengesiz bir rüzgar var. Bir ordan bir burdan çarpıyor yağmuru suratıma. Önümü görmüyorum. Su birikintilerinden geçen arabalar da kovayla atar gibi su atıp duruyor. Kısa zamanda botlar su doldu. Hava 28 dercelerden 15 e indi. Eldivenler ıslandı. Titreyerek ilerlemeye başladım. Bir benzinliğin çatısının altına yanaştım ama orda da yağmur olmasa da rüzgar şiddetli. Ayakta durulmuyor. Zaten ıslağım titremeye devam. Biraz daha ilerleyip bir lokantaya sığındım Kayseri’den bir 10 km sonra. Botların içindeki suları boşalttım çoraplarımı değiştirdim. Çantamdan Spor ayakkabılarımla kapşonlu sweatimi aldım. Isındım biraz.
Bir saat kadar oyalandım. Tatlı filan yedim. Yağmur azalınca 3 kat çorap giyip ıslak botumu geçirdim ayağıma. Yedek eldivenlerimi de giyip çıktım yola. Bulutlar ilerde gene koyulaşıyordu. Bir kez daha aynı şekil bir buluta girersem Ankara’dan vazgeçip Kırşehir’de kalacaktım. Zaten yorucu bir yolculuk yapıyorum hastalığa fırsat vermek istemem. Neyse ki Kırşehir yolu sola dönüyormuş. Bulutlar düz devam et gösteren Yozgat yolundaydı. Kırşehir yönünde ilerde hava açık. Biraz basıp güneşe ulaştım. Ankara’ya kadar %30-40 yağış gösteriyordu hava durumu ama ben sıyırdım hep yağmur bulutlarının arasından. Ankara’da arkadaşım Timur’la bir akşam geçirdikten sonra bilindik yollardan, zaman zaman 40 dereceye ulaşan sıcakta, bol su içerek İzmir’e dönüş... Evimi, ailemi ve üçlü koltuğumu çok özlemişim. Onlar da beni:)
Comentarios